Geçtiğimiz samimi açıklamalarda bulunan yakışıklı oyuncu Yiğit Kirazcı “Çocuk benim kırmızı çizgimdir” dedi. İşte ünlü oyuncunun o açıklamaları;
◊ Aslında reklam eğitimi aldınız ve babanız da bildiğim kadarıyla reklam kökenli…
– Evet, şu an emekli. Türkiye’ye ilk kez billboard’ları getiren kişilerden biri. Ben de reklam eğitimi aldım Bilgi Üniversitesi’nde. Okulumuzun Three Wise Monkeys adında in-house bir reklam ajansı vardı. Ben de ajans başkanıydım. İkinci sınıftayken izlediğim “Zeitgeist” isimli belgesel, okul hayatımdan sonra dönüşeceğim insan konusunda bana yardımcı oldu. Belgesel beni çok etkiledi ve reklamcılığın aslında bana göre olmadığını fark ettim.
◊ En çok neden etkilendiniz bu belgeseli izlerken?
– Ekonomiyi anlatıyordu. Büyük buhran nedir? Bankalar nasıl battı ve sonra neye dönüştü? İnsanlar nasıl manipüle edilip tek tarafa çekiliyor? Bu tarz anlatıları vardı. Hayli etkilendim. Hatta CD’ye bastırıp etrafımdakilere de dağıttım. Ama kimse izlemedi.
Aslında bu belgeseli izledikten sonra hayatta ne yapmak istediğimi düşünmeye başladım. Herhangi bir ürünün ya da inanmadığım bir şeyin arkasında durup sırf para kazanabilmek adına onunla yatıp, kalkmak, sloganlar bulmak… Bunları istemediğimi fark ettim.
Üniversiteden sonra, 25 yaşında tiyatro okuluna gittim. İki sene bir hocanın yanındaydım, özel ders aldım. Ardından üç-dört sene asistanı oldum. Orada bir tiyatro kursu kuruldu. Oyunlar oynadım. 30 yaşıma kadar bu şekildeydi. Diziler 30 yaşımdan sonra başladı.
BİR CÜMLE SÖYLEMEM GEREKİYORDU YAPAMIYORDUM
◊ Kariyeriniz bambaşka bir doğrultuda ilerlemiş. Babanız da meslek seçiminizde çok katı bir figür olmamış…
– Elbette. Babamın çok sayıda tanıdığı vardı reklam ajanslarında. Ben zaten üniversitede modellik yapıyordum, yaz aylarında bir dizide rol almıştım.
Reklam cast’larına giderken şöyle şeyler de oluyordu: Bir cümle söylemem gerekiyordu, yapamıyordum. İlginçti, çünkü normal hayatta konuşabiliyorum.
İzlek duruma geçtiğiniz zaman beyin kortekslerinde başka yerler çalışmaya başlar. Dolayısıyla orada bir noktada tıkanıyorsun.
Bu hâli sevmeye başladım. Kendi gerçekliğimi yaratıp ondan kazanç elde etmek istedim.
◊ Oyunculuk da böyle mi hissettiriyor?
– Oyunculuk bence kendinizin haricinde bambaşka bir insanı tasavvur edip onun anılarını yaratmak, bazen de travmalarına bakmaktır.
Kendine nasıl yalan söyler, nerede dürüst olur? İnsanlar onu, o insanları nasıl görür? Dışarıda kendisini nasıl yansıtır? Bu şekilde baktıkça oyunculuk hoşuma gitmeye, ilgimi çekmeye başladı. Ve bu konuda da derinleşmeye başladım.
Psikanaliz okudum. Evrensel gerçeklere baktım; manyetizma ne demektir, onu araştırdım.
Davranış aslında tavırla ilgilidir. Tavır da sıkıştırılmış düşüncedir. Oyunculuğa dair en çok şunu sevdim: Evet, oyunculuk anı çok eğlenceli ama bir öncesi yani o kuramı oluşturma ve bir şeyin senin üzerinde davranış biçimi olarak çalıştığını görmek oldukça tatmin edici bir şey bence.
KÖTÜ ALIŞKANLIKLARI ÇOCUKLUĞUMUZA DÖNMEK İÇİN EDİNİYORUZ
◊ Farklı karakterlere bürünmek nasıl bir duygu?
– Burada en büyük his, her seferinde yeni bir maceraya atılmak.
Temelde şuna inanıyorum: İnsanlar aslında bütün kötü alışkanlıkları çocukluklarına dönmek için ediniyorlar. Çünkü çocukluğunu unutmak istemiyorsun.
İki robotla oyun oynayarak geçirdiğin saatleri, o anların tadını çıkarabildiğin zamanları özlüyorsun. Oyunculuk yaparken de, başka bir insan gibi davranırken de, ya da o rolün üzerine meditasyon yaparken de böyle hissediyorum.
◊ Rollere hazırlık aşamalarında peki? Az önce “çok okuyorum” dediniz…
– Özellikle her rol için çok okuma yapmıyorum. Ben hızlı bir zihne sahibim, hızlı düşünürüm, hızlı karar veririm.
Ama şu an “Evlilik Hakkında Her Şey” dizisinde canlandırdığım karakter yavaş, oldukça da sakin, hemen tepki vermeyen, durumu tartan biri. Benim hayatta tatmadığım bambaşka acılar yaşamış.
Örneğin; 17 sene bir kadına platonik bir şekilde âşık olmuş. 17 seneyi aklım almıyor. Ama bir şekilde de oluyor işte.
Çocuk benim kırmızı çizgimdir
◊ Büründüğünüz karakterlerle aranızdaki farklılıklarla nasıl başa çıkıyorsunuz?
– Onları anlamaya çalışıyorum. Niyet ediyorum ve o niyete bağlı kalıyorum. Manyetik bir şekilde ona dönüşüyorum. Böylece, hareketlerim de yavaşlıyor, konuşmam ya da bir şeylerden haz almam da. Bir bütünlük hikâyesi aslında. Senaryo geliyor, rolü kabul ediyorsunuz. Ardından da fikirler oluşmaya başlıyor.
◊ Dizide sizi etkileyen ne oldu?
– Kadın kahraman üzerinden anlatılan bir iş. Bu yüzden hoşuma gitti. Bir bölümde çok güzel bir sahne vardı. Güçlü bir kadın eşinden şiddet görüyor. Sonra bu durumu açıklarken “Ben yaralarımı saklamak zorunda değildim ama sakladım. Şu anda dayak yediğim için utanmıyorum, onları sakladığım için utanıyorum” diyor. Ezilen bir kadının kafasında bunlar zaten var ama bunları bir adamın kafasına sokmak önemli.
Yiğit Kirazcı ve Pınar Deniz Dudak Dudağa Yakalandı!
◊ Buradan yola çıkarak sosyal sorumluluk özelinde planlarınız
var mı?
– Çocuk, benim kırmızı çizgimdir. Sosyal sorumluluk projelerinde çocuklara yönelik bir şeyler yapmak isterim. Kadına ve hayvana, insana şiddet de aynı şekilde… Birilerine dokunabilecek, o ana kadar düşünülmeyeni düşündürten her projenin içinde yer almak isterim.
HEDİYELEŞMEYİ O KADAR SEVMEM
◊ Bugüne kadar verdiğiniz sıra dışı bir hediye oldu mu?
– Babam felç geçirdi benim. Genelde ona baston alırım. İçi kılıçlı olanlardan. Çok seviyor onları.
◊ Hediye kavramı ne ifade ediyor size?
– Çok bir şey ifade etmiyor aslında. Hediye alıp vermeyi o kadar seven biri değilim. Ama elbette sevdiğim insanlara alırım. Bunun yanı sıra güzel bir sohbet, sevdiğim birinin yanımda olduğunu bilmek beni daha çok mutlu ediyor.
LÜKSÜ İHTİYAÇ ZANNEDİYORUZ
◊ Yiğit Kirazcı için “lüks”ün ne anlam ifade ettiğini öğrenebilir miyiz?
– Lüks, mutlulukla ilintilidir. Nereye konumlandırdığınıza bağlı… Elinde olan şeylere bakıp mutsuz mu olacaksın yoksa şükür mü edeceksin. Kendi lüksünü; her gün güzel restoranlarda kahvaltı edip pahalı otomobillere binmekle ilişkilendirirsen ve bunlar bir gün elinden gittiğinde sözünü ettiğimiz “şartlı lüks” olur. Lüksünü şükre bağladığın zaman durum daha farklı. İhtiyaç ile lüksü ayırmak lazım. Lüksü ihtiyaç zannediyoruz. İyi bir kıyafet giydiğinde daha kendin gibi hissediyorsan elbette o makbul ama bu ben değilim.