Ana SayfaÜnlülerSaadet Işık Aksoy: Dünyaya Gelmek Bile Bir Travma

İlgili Postlar

Saadet Işık Aksoy: Dünyaya Gelmek Bile Bir Travma

Ünlü oyuncu Saadet Işık Aksoy, Hakan Gence ile söyleşi yaptı. Samimi açıklamalarda bulunan Saadet Işık Aksoy “Dünyaya gelmek bile bir travma” dedi. İşte ünlü oyuncunun o röportajı;

◊ İlk röportajımızı ‘Başka Dilde Aşk’ zamanı yani 13 yıl önce yapmışız. Geçen zamanda evlendin, anne oldun, bir sürü ödül kazandın, çok güzel işlerde oynadın...
Sorma neler neler oldu Hakan…

◊ Bu saydıklarımız bizim gördüklerimiz, senin gözünden neler yaşandı?
Her şeyi özetlemek çok zor. Ben hayat akışını lunaparklardaki hız trenlerine benzetiyorum. Yavaş yavaş yukarı çıkar, durur, bir bekleyişin olur, Allah’ım ne olacak dersin, sonra hoop aşağıya inmeye başlar. Hem heyecanlanır hem korkarsın… Sonra bazı anlarda yavaşlar, biraz sıkıcılaşır. Benim hayatım da öyle, inişler ve çıkışlarla dolu bir süreç herhalde. Aslında yaşadığım bir büyüme, kendini tanıma, etrafını, hayatını anlamlandırma hikâyesi.

◊ Sen kişisel büyüme hikâyenden memnun musun?
Tabii memnunum, çünkü ben yaşadım ve tüm bu yaşadıklarım beni bugünkü ben yaptı. Memnun değilim dersem bütün o süreçlere haksızlık etmiş olurum. Şu an geldiğim noktada da sanki; iyi, kötü, zor, kolay, zevkli, üzücü, heyecanlı… Hepsi hayat akışında başımıza geliyor ve bir şekilde de başa gelen çekiliyor. O kabulleniş insana güzel bir rahatlık veriyor. Bir de ben çocukluğumdan beri hep hayata güvenmişim.

◊ O ne demek?
Yani hayata kucak açmışım, o kucak açmanın bana getirisi olacağına çok inanmışım. E, olmuş da ama bir süre sonra bazı tökezlemeler yaşadıkça, düştükçe, kalktıkça hayata güvenimizi kaybetmeye başlıyoruz. Ben de son iki senedir o güvenimi yeniliyorum. Eskiden ‘Yaşasın gün başladı, bugün çok güzel bir şey olacak’ duygusuyla uyanırdım. Her sabah, yolda ne oldu da onu eskisi gibi hissedemiyorum diye düşündüğümde bunun hayata, evrene, hayatın karşımıza çıkardıklarına ve çıkaracaklarına duyduğum güvenle ilgili olduğunu fark ettim. O güvenimi, o saf ve çocuksu tarafımı tatlı tatlı geri çağırıyorum.

◊ O güveni tekrar kazandın mı?
Kızım 2.5 yıl önce dünyaya geldi, hayat bana yeniden kendim olabilmek, hayatı keşfedebilmek, çevreme bakıp ben ne yapıyorum, neredeyim diyebilmek için ikinci bir şans verdi. Tabii belli bir noktaya gelene kadar her şey o küçük, mucizevi canlıyla ilgili oluyor, sonra sana ihtiyacı azaldıkça, anneliği biraz becerebilmeye başladıkça yavaş yavaş tekrar kendine dönmeye başlıyorsun. ‘Ben kimdim’ diye geri dönüp baktığımda da o aradığım kişinin daha iyi bir versiyonuyla karşılaştım, ona sarıldım. Şu an kendisiyle aramız oldukça iyi.

Hayat bana yeniden kendim olabilmek, hayatı keşfedebilmek, ben ne yapıyorum demek için ikinci bir şans verdi

O ışık, umut hep içimde

◊ Çok güzelsin, çok yeteneklisin, çok iyi bir oyuncusun… Ama bir anda burada birçok şeye ara verdin ve Amerika’ya gittin. Orada başrolde bir film çektin, bu film festivalleri ve dünyayı dolaştı. Sonra sanki bir durdun. Amerika’da umduğunu bulamadın mı?
Umduğumdan çok daha fazlasını, çok da daha derin, zorlu bir kendini var etme hikâyesi buldum orada. Diğer türlüsü tüm sürece, hikâyeye ne büyük bir haksızlık! İşimle ilgili o dönemde hayatımda çok güzel gelişmeler oldu ve bir sonraki adımda bunu yapmak istiyorum gibi bir karar aldım. ‘Ben hayata güveniyorum ve açıyorum kendimi, kollarımı’ dedim ve o duyguyla gittim. Bu bir süreç benim için. Ama galiba bizim kültürümüzden gelen bir sabırsızlığımız da var.

◊ Her şey hemencecik olsun mu istiyoruz?
Evet, o zamanlarki gençlik halimle söyleyebilirim, tatlı bir cahil cesareti de var.

◊ Türkiye’deki oyuncular için sen aslında yurtdışına açılma konusunda bir umuttun.
Umuttun deme, umudum hâlâ (gülüyor). Fakat şu an başkası için değil, sadece kendim için o umut olmak önemli benim için. Benim içimde o ışık, heyecan ve o umut hep var. Ama dediğim hız treni hikâyesinde, aşağıya inmeler sırasında insan “Yok ya, bu böyle olmuyor, ben beceremiyorum” diyor. Hepimiz bence yeteneklerimizi, gücümüzü sorguluyoruz. Benim de öyle durumlar yaşadığım çok oldu fakat umut beni yörüngeme geri soktu. Ama bu “Hollywood’da bir Türk oyuncu” falan kadar yüzeysel ve bu kadar basit bir yerden de değil. Ben bunu şöyle görüyorum, bu bir hayat maratonu, bu maratonun içinde kariyerinde basamakları çıkmak da var; duraksamak, hatta bazen indiğini hissetmek de… Kariyerini bırakma noktasına gelmek de, bambaşka tutkular edinmek de, çocuk sahibi olmak da, kendini ona adamak da, kendini kaybedip yine bulmak da hepsi var. Benim mesleğime ve hayata yaklaşımım bir maraton koşucusu gibi. Ben kendimi uzun mesafe koşucusu olarak görüyorum. Ben hayatın her alanında tam bir maratoncuyum. O yüzden de daha dur ya… Koşuyoruz, bekle, yapacağız.

◊ Los Angeles’taki evini kapattın ve artık tamamen Türkiye’ye mi döndün?
Duruyor, kapamadım.

◊ Yeni projelerin var mı?
Var, çalışıyorum. Dijital bir platforma ‘Şahmaran’ dizisini çekiyoruz. İkinci sezon çekimleri devam ediyor. Şu an buradayım ve hoşuma giden bir rol ya da proje olduğunda da yapmaya açığım, burada veya dünyanın herhangi başka bir yerinde.

◊ Kızın Marisa 2.5 yaşında. Neden Marisa adını seçtiniz?
Ailenin isim seçeni ben oldum, köpeğimiz Kaju’ya da adını ben bulmuştum. Kızımız için de yurtdışında da rahat kullanılabilecek bir isim arıyorduk. Marisa ismini gördüm. Bana Marmaris’i çağrıştırdı. Pamir’le orada çok özel, değerli anılarımız var. Ama çocuğun adını Marmaris koyacak halimiz yok yani. Anlamı da denizden gelen demekmiş, kulağa da güzel geliyor. Bir de Gülcan ismi var. O da eşimin annesinin ismi, ben koymayı çok istedim.

◊ Anneliği nasıl anlatırsın?
Çok duygulanırım, kendi çocukluğumuzla ilişkimiz ve ona bakış açımız neyse çocuğumuza karşı öyle oluyoruz bence. O yüzden benim için kendi çocukluğumla ilişkimi tamir etmem çok kıymetli. Çünkü sanki orayı tamir ettikçe kendi çocuğuma daha faydalı olabilecekmişim gibi geliyor. Annelik ve babalık, hayatımızda ortaya çıkarmadığımız, belki çıkarmaktan korktuğumuz ya da belki hatırlamadığımız travmaların ortaya çıkmasına neden oluyor.

◊ Nasıl travmalar bunlar?
Travmadan kastım çocukluğumda yaşadığım büyük şeyler gibi bir şey değil. Çok basit, bence dünyaya gelmek bile, anne karnından çıkıp dünyayla, oksijenle buluşmak bile bir travma. Sonrası da hep travmayla geçiyor zaten. Sen anne-baba olarak çocuğunun yanında ona eşlik ediyorsun. Hiçbirimiz mükemmel değiliz, eksik kaldığımız yerler oluyor. Ben geri dönüp baktığımda çocukluğumda eksik olduğunu düşündüğüm yerleri, ‘Ah canım, hadi gel, şimdi elimi tut, buradan yürüyelim’ diye seviyorum.

“Bir dakika ya, susun da kendinize gelin” diyorum

◊ 40’a 1 kalmış…

Sayılara takılmayalım lütfen. Ben bunu unutuyorum. Sonra bir muhabbet sırasında bir arkadaşım mutlaka hatırlatıyor (gülüyor).

◊ İnsanların hayatında dönüm noktaları olur, sen hayatının nasıl bir dönemindesin?
20’li yaşların başındayken “Hayatımın geldiği bu dönemde birazcık daha sabırlı olmayı öğrendim” falan gibi cümleler kurardım. Bu yaştan o yaşlarıma baktığımda “Ah canım ya, daha çok küçüktün sen, niye öyle dedin ki” diyorum. Şimdi söylediklerim için de muhtemelen yıllar sonra böyle düşüneceğim ama şunu söyleyebilirim, karanlık tarafımı çok seviyorum artık.

◊ Karanlık tarafın mı var?
Herhalde, nasıl olmaz, var. Kimin yok ki? Karanlıktan kastım da aslında karanlıkta bıraktığımız, insanların görmesini istemediğimiz, kendimizi bile bazen onu görmekten alıkoyduğumuz yanlar. O taraflarımı çok sevmeye ve kucaklamaya başladım. Bununla birlikte mesela 8 yaşındaki Saadet’e bakıp ona şefkat gösteriyorum. Ona “Bu kötü, yanlış değil, bunu hissedebilirsin” diyorum çünkü o sırada kimse ona bunu söylememiş. Bazı normlar varmış, bir kız çocuğu böyle olmalıdır, bir çocuk bu yaşta böyle davranmalıdır falan diye. Ona bir yerde haksızlık yapıldığını hatırlıyorsam hikâyemde geri sarıp “Bir dakika ya, susun da kendinize gelin, sen doğru yapıyorsun, sen böyle devam et, siz de şöyle bir geri çekilin bakayım” diyorum. Bu insanın bir bütün olarak kendini kabul etmesine çok yardımcı oluyor. Bunun birazcık annelikle de bana geldiğini düşünüyorum.

◊ Karanlık taraflarını söylemeyi atladın…
Aslında karanlık ya da aydınlık diye ayırmayalım. Mesela kendimle ilgili şüphe duymuyorum, kendimden bir şeyi saklama ihtiyacı duymuyorum. Eskiden bir insanla yüzleşmekten bile çekinirdim, o yüzleşmeyi pat pat yaşamaktan imtina edip geri dururdum. Bunun yerine o insanla ilişkimi keserdim. Şimdi onu yapabildiğimi, daha cesur olduğumu görüyorum. Bu biraz kadın olmamla da ilgiliymiş. Kadınlığıma ve kendime bakışımın değiştiğini görüyorum.
Bu bakış dünyada da artık değişiyor, görüyoruz.

◊ “Çılgınlıkta sınırım yoktur” demişsin bir röportajında da. Nedir çılgınlıkların?
Evet, gerçekten çılgınlıkta sınırım yok. Orada kastettiğim sanırım hayata güvenmek. Çok güvendiğim için kendimi her ortamın içine sokabilirim, bundan gocunmam. Bence Amerika’ya bir anda gitmem, orada sıfırdan bir hayat kurmam bile çok büyük bir çılgınlık aslında. Çılgınlığı sadece ekstrem sporlar ya da fütursuz hareketlerden ibaret görmemek lazım.

◊ Eşin Pamir’le 11 yıl olmuş…
Oldu valla.

◊ 7 yıldır da evlisiniz… Peki aşk devam ediyor mu?
Aşk devam ediyor. Şöyle bir süreç; birlikte yükseliyorsun, birlikte düşüyorsun, bazen yollarda o tökezliyor, sen onu çekiyorsun, sen tökezliyorsun, o seni çekiyor. Böyle birlikte yürünen bir yol bu. Biz birbirimizin uzun yol arkadaşıyız. Ve aslında en büyük mesele orada iletişim kurabiliyor, hâlâ konuşabiliyor olmak ve o insana baktığında hâlâ onunla birlikte hayal kurabiliyor olabilmek.

◊ Peki çocuğun etkisi ne oluyor?
Başka görevler yüklenmeye başlıyorsun. Onu da bir dengeye oturtabilmek çok zor. Çünkü önceden sadece ikiniz vardınız ve birlikte bir macera yaşıyordunuz. Derken buna üçüncü bir kişi dahil oluyor. Yörüngeye o oturuyor. Bu sefer “Bir dakika ya biz neydik? İkimizin arasında ayrı bir direkt enerji akışı vardı. Bunu tekrar nasıl kurabiliriz” demeye başlıyorsun. O noktalarda da işte iletişim, konuşabilmek ve birbirini hâlâ anlayabilmek çok önemli.

◊ Çocuk tutkuyu öldürür, aşkın ömrü 3 yıldır falan sözler vardır… Sence?
Tutku devam ediyor (gülüyor). Birbirimizden işlerimiz sebebiyle uzun süreler ayrı kaldığımız için bir araya geldiğimizde o tutkuyu yeniden hissedebiliyoruz. Bu ilişkiyi çok zinde tutuyor. Her ne kadar son pandemi sürecinde 2 yılı bir arada geçirmiş olsak da… Ama ‘aşk öyle olursa devam etmez’, ‘böyle olursa devam eder’ falan deniyor ya zaten herkesin aşk tanımı da birbirinden farklı.

◊ Sende ne bu tanım?
O insana baktığında onun hâlâ senin hayallerinin içinde olabilmesi. Hâlâ ona sıkıca sarılmak, dokunmak istemek. Birlikte çok eğlenebilmek. Arabada uzun yolda giderken önde yan yana sessizce otururken hâlâ içinde o huzuru hissetmek, hâlâ yolda birlikte dinlediğin müzikten keyif almak, hâlâ
bir an ona dokunmak istemek, hâlâ birlikte gülebilmek. Benim için aşk bu demek galiba. Ben bizim Pamir’le karşılaşmamızı aslında tanımlasam sana…

◊ Tabii…
İki gezegenin çarpışması gibi bir şeydi. Doğru yer, doğru zaman, doğru hisler, doğru kişi ve böyle pat diye birbirimizi bulduk ve acayip bir uyumlanma yaşadık. Evrenin oluşmasını sağlayan büyük patlama gibi düşün. O patlamayla önce evren oluşuyor, büyüyor büyüyor sonra dünya oluşuyor. Dünyada büyük yangınlar, seller oluyor, göktaşları düşüyor, sonra hiç olmayacak dediğin ihtimaller bir araya geliyor ve mucizevi bir şekilde Yaşam oluşuyor. Sonra yaşam türleri gittikçe gelişiyor, daha komplike hale geliyor. Bütün o oluşumlar başka dengesizlikler doğurma potansiyeli taşıyor içinde ama yine de bu süreçte tüm çalkantılara rağmen başka türlü bir denge gerçekleşiyor. Benim için aşk tam olarak bir doğa olayı gibi, kontrol edilemez, kaotik gibi görünüyor fakat kendi içinde çok etkileyici bir düzeni ve dengesi var.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Son Haberler