İşte Zeki Müren’in ilk ve tek subay aşkı! Sanat Güneşi Zeki Müren’in ilk ve son aşkının kim olduğu ortaya çıktı. Zeki Müren’in Subay aşkı kimdi? Nasıl bir aşk yaşadılar? İşte tüm ayrıntılar…
Zeki Müren’in nüfus cüzdanı ortaya çıktı
İşte Zeki Müren’in ilk ve tek subay aşkı ortaya çıktı
Türk müziğinin ‘Sanat Güneşi’ Zeki Müren’in yıllar önce yaşadığı aşk ortaya çıktı. Radi Dikici’nin yeni çıkardığı ‘Zeki Müren’ kitabında, Müren’in yıllar önce yaşadığı subay aşkı gün yüzüne çıktı. Zeki Müren’in 1960’lı yılların başlarında yaşadığı ve “Allah bana bir daha öyle aşk nasip etmesin. Çünkü bu kalbim dayanamaz aşkın öylesine.” diye anlattığı büyük aşkının kim olduğu öğrenildi.
Her şey o kitapla öğrenildi
İşte Dikici’nin kitabındaki “O Bir Kez Aşkla Kavruldu” başlıklı o bölümde yer alan ilgili kısımlar şu şekilde:
Onun çocukluğundan beri bir ideali vardı. Subay olacaktı. Ama farklı bir dalda. Ailesi güneyden İstanbul’a göçmüştü. Büyüdükçe idealine doğru yürümeye devam etti. Her basamağı rahatlıkla atlayıp geçti. Önce Hava Harp Okulu’na girmek istiyordu. Başardı. Ama bu da yeterli değildi. Uçmak istiyordu. O görev için seçilenler arasında olmak oldukça zordu. Tüm yapılan testler sonunda pilot olması uygun bulundu. İdealine kavuşmuştu. Sonraki eğitimlerde de çok başarılı idi.
Uzun boyluydu. Açıkçası çok da yakışıklıydı. Kız arkadaşı bulmakta hiç zorlanmamıştı. Adı da görev aldığı yerlerdeki hanımlarla yaptığı kaçamaklar nedeniyle çapkına çıkmıştı. Ama o çok dikkatliydi. Asla bu konuda dikkat çekici bir yanlışlık yapmamıştı. Aksi halde mesleğinden olabilirdi.
Artık üsteğmen rütbesine ulaşmıştı. Ailesi içinde zaman zaman onun evliliği konuşuluyordu. Ailesi ona evlenmesi için bazı yakın ailelerin kızlarını tanıştırıyordu ama o, âşık olacağı birini bulmadan evlenmek istemiyordu. İstanbul’a oldukça yakın bir yerde görev almıştı. Hafta sonlarında ailesinin yanına geliyordu. İyi bir ailenin evladı, son derece düzgün bir insandı.
Bir zaafı daha vardı. Zeki Müren’in sesine âşıktı.
(…) Zeki Müren’in sesine âşık olduğu için, Zeki Müren’le tanışmak onda bir saplantı haline gelmiştir. Bunun için her şeyi yapmaya razıdır. Ama Zeki Müren’e ulaşmanın mümkün olmadığını da anlamıştır. Vazgeçmez. Araştırır. Sonunda bir arkadaşı ona Zeki Müren’in her akşam Cihangir Saunası’na gittiğini haber verir.
O hafta sonunda İstanbul’a gelince saat 17.00 sularında saunaya gider. Ortam gerçekten farklıdır. İstanbul’un kalburüstü insanları saunadadır. Ama aralarında Zeki Müren yoktur. Bir saat kadar oyalanır. Onu göremeyince tam giyinmiş çıkarken Zeki Müren çıkagelir. O da tekrar soyunarak Zeki Müren’in yanına gider. Kendisini tanıtır. Sırf onunla tanışmak için saunaya geldiğinden bahseder. Ama Zeki Müren onu görür görmez o kadar beğenir ki, anında âşık olur. Ancak böyle bir şey Kürşat Bey’in aklının köşesinden geçmediği için, o çok sevdiği sanatçıyla bir araya geldiği için mutludur. Ertesi cumartesi için yine sözleşirler. Zeki Bey, Kürşat Bey’in de kendisine âşık olduğuna emindir. Bu nedenle ilk defa kuralını bozarak onu eve davet eder. Aralarında o sıralar herhangi bir ilişki söz konusu değildir. Farklı duygular vardır ama birbirlerine şimdilik platonik anlamda bağlı gibidirler.
Berrin Hanım bu büyük aşkın şahididir: “Bu çok büyük bir aşktı. O Kürşat Bey’i, Kürşat Bey de onu sevdi. Temelde ve başlangıçta platonikti. Geceleri gazinodan çıkınca yağmur çamur demiyorlardı. İki sevgili gibi sabahlara kadar dolaşıp geç saatte eve geliyorlardı. Kürşat Bey o hafta gelememişse, Zeki Bey çıldıracak gibi oluyordu. Gece yarısı arabaya binip yola çıkıyor, Kürşat Bey’in birliğinin olduğu kasabaya gidiyorduk. Kaç kez oraya gittik hatırlamıyorum. Sonunda ben orada bir ev kiraladım. Ama evi kiralamak bir sorunu da beraberinde getirmişti: Zeki Bey’in görüldüğünde tanınmaması mümkün değildi. Peki eve nasıl girecekti o zaman? Sonunda çözümü yine kendisi buldu. Siyah kadın çarşafı aldık. Evde ilk defa çarşafı giyip özellikle kırıtarak yürüyerek, ‘Ayol benden daha iyi kadın mı olur,’ deyince gülmekten yerlere yattık. O, çarşafı giyip arabanın arkasına geçiyordu. Kasabaya giriş için tenha saatleri seçiyorduk ve Zeki Bey’i arka koltuğa yatırıp üstünü örtüyorduk. Sonra Kürşat Bey geliyordu.
İşin enteresan tarafı, hafta sonunda Kürşat Bey İstanbul’a gelecekse Zeki Bey adeta deliriyordu. Her dakika saatine bakıyor, ‘Bak hâlâ gelmedi, acaba başına bir şey mi geldi, acaba hayatında bir kadın var da beni mi kandırıyor,’ diye evde dört dönüyordu. O yıllar benim için de zor geçti. Birçok şeyi idare etmekten çok yoruluyordum. Cumartesi günleri kâbustu. Çünkü söz verdiği halde Kürşat Bey gelmezse onu sahneye çıkarmak bayağı zor oluyordu. Tabii çıkardı. Ama çıkana kadar anamızdan emdiğimiz sütü burnumuzdan getirirdi. (…)