Ana SayfaÜnlülerHarika Uygur'dan Samimi Açıklamalar

İlgili Postlar

Harika Uygur’dan Samimi Açıklamalar

Sinema Sanatları ve Bilimleri Akademisi’nin Türkiye’deki jüri üyesi olan Harika Uygur, Habertürk’e verdiği röportajda Oscar ödüllerinin nasıl belirlendiğini anlattı. Birçok yabancı yapıma oyuncu seçen Harika Uygur’dan samimi açıklamalar geldi.

Oscar Ödülleri törenini organize eden Sinema Sanatları ve Bilimleri Akademisi’nin üyelerinden birisisiniz. Üye olma sürecinden söz edebilir misiniz?
2017’de sabahın saat 3’ünde, Sinema Sanatları ve Bilimleri Akademisi’nin üyesi olduğuma dair bir mail aldım. Önce birisi dalga geçiyor sandım. Çünkü hiç beklediğim bir şey değildi. Aynı zamanda ABD ‘Casting Society of America’ üyesiyim, orada bizim işlerimizi yöneten Laura Adler’a “Bu doğru mu?” diye mesaj attım, Laura, beni arayıp “Doğru” dedi. Ben de “Galiba rüya görüyorum, biraz daha uyumaya devam edeyim, sabah ilgileneceğim” dedim. Sabah olduğunda“Sinema Sanatları ve Bilimleri Akademisi’nin üyesi oldunuz, bu formu doldurun” şeklinde mail geldi.

Üye olmak için neler yapılıyor?
Üye olmak için bir başvuruda bulunmak söz konusu değil. Kimse başvuramaz. Seçimle üye olunuyor. Akademi, dünyada sinemaya katkı sağlayanları araştırıp üyelik hakkı veriyor. Kabul edenler üye oluyor. İşleyiş bu şekilde.

Oscar ödülü alacak olan filmleri ve sinemacıları belirliyorsunuz. Bunun dışında göreviniz / görevleriniz var mı? Evet, sinemacıların performansını belirleyip oy veriyoruz. Filmlere de oy veriyoruz. Böylelikle kimlerin ve hangi filmlerin Oscar ödülü aldığı belirleniyor. Sadece Oscar ödülleri için jüri üyeliği yapmıyoruz. Bazen kısa filmlere de Oscar veriliyor. Orada da bulunuyoruz.

Aday filmleri mi yoksa aday adayı olan bütün filmleri mi izliyorsunuz?
Önce aday adayı olan filmleri izliyoruz, sonra adayları belirlerken de oy kullanıyoruz. En sonda da adaylar arasından en iyisini seçiyoruz. Bize geniş bir aday adayı listesi geliyor, onları izliyoruz. Onların arasından beğendiklerimizi belirliyoruz. Sonra beğendiğimiz filmlerin kategorileri için de oylama yapıyoruz. ‘En İyi Yönetmen’, ‘En İyi Erkek Oyuncu’, ‘En İyi Kadın Oyuncu’, ‘En İyi Senarist’ gibi bütün kategoriler için oylarımızı kullanıp yılın en iyilerini belirliyoruz.

Sinema Sanatları ve Bilimleri Akademisi’nin kaç üyesi var?
Gerçekten bilmiyorum, 7 bine ulaştığını düşünüyorum. Her yıl katlanarak gidiyor ama tabii arada vefat edenler de oluyor. Birtakım nedenlerden azat edilenler de var. Bize bu durumlarla ilgili bilgilendirme mailleri geliyor ama konuşmamız yasak.

Oscar törenlerine katılma hakkınız var mı? Siz hiç katıldınız mı?
Ödüllere aday filmi olanlar doğal olarak törenlere katılabiliyor. Katılmak için başvuruda bulunmak gerekiyor. Şimdiye kadar hiç katılmadım. Zaten üye olduktan sonra pandemi başladı.

Sektöre Osman F. Seden’in yönetmen yardımcısı olarak girdiniz? Seden’den söz edebilir misiniz? Nasıl biriydi?
Osman ağabey, babam gibiydi, Allah rahmet eylesin, her zaman saygıyla anıyorum. Müthiş bir duayendi, kendine ait bir tarzı vardı. Türk sinemasının Alfred Hitchcock’u gibiydi. Çünkü her filminde kendisi mutlaka gözükürdü. Kamera önünde de olmaya kıymet verirdi. Rol almayı da seviyordu. Türk sinemasına bulunduğu katkı ortada. Benim birkaç cümleyle anlatabileceğim biri değildi.

Kendisiyle yolunuz nasıl kesişti?
Ben daha önce Onat Kutlar ile Konsept Film’de çalıştım. Sonra Fatih Aksoy bana “Sen artık yönetmen yardımcılığına başlayabilirsin” dedi. Arzu Filmin ‘Analar Babalar ve Çocuklar’ adlı bir dizisi vardı. Muharrem Özabat ve Sami Güçlü çekiyordu. O dizide Özabat’ın yardımcılığını yaptım. Ondan çok şey öğrendim, benim ilk asistanlığımdı. Sami Bey’den de çok şey öğrendim. Oradan sonra Osman F. Seden’in yardımcı yönetmeni Rabahat Baltacı’nın asistan aradığını öğrendik, oradan oraya geçtim. Orada 5 yıl çalıştım.

Sizin aklınızda yönetmen yardımcılığı yoktu da Fatih Aksoy’un ısrarıyla mı asistanlığa başladınız?
Ben daha önce Canan Gerede’nin “Robert’s Movie” filminde prodüksiyonda çalışmıştım, Onat Kutlar’ın yapımcılığını yaptığı ‘Geçmiş Bahar Mimozaları’nda da prodüksiyonda çalışmıştım, Ali Akdeniz, Fatih Aksoy hep beraberdik.

Yönetmenliğe neden geçiş yapmadınız?
Yönetmen olmak hiç aklımda yoktu açıkçası ama kısa filmler çektim. Uzun metraj hiç düşünmedim ama belki senaryo yazarım, kafamda bir şeyler var. Bu ara çok fazla hüzünlüyüm, içimden bir şey çıkıyor, bir şey kıpırdanıyor, belki de o yüzden.

Neden hüzünlüsünüz?
Hüzün hayatta hep var.

Asli mesleğiniz cast direktörlüğü. Uluslararası filmlerde de oyuncu seçimleri yapıyorsunuz. Mesleğinizden söz eder misiniz? Cast direktörleri bir film için neden önemli?
Cast direktörlüğü, dünyada hakikaten hiçbir okulda öğretilmeyen bir meslek. Ya benim gibi yönetmen yardımcılığından geliyorlar ya da çoğunlukla oyuncular cast direktörü oluyor. Ben iki tane büyük derneğe üyeyim biri; International Casting Directors Network (ICDN), diğeri de Casting Society of America… Casting Society of America derneğinin ilk uluslararası üyesiyim. Aslında ABD dışında üye almıyorlardı, benimle birlikte almaya başladılar. Bu da ilginç oldu. Hiç beklediğim bir şey değildi. Oyuncu seçmek çok önemli. Çünkü filmin ya da herhangi bir projenin yüzde 50’si oyuncu seçimiyle belli olur. Senaryo ne kadar önemliyse o senaryoya uygun oyuncu seçmek de o kadar önemlidir. Eskiden Türkiye’de sadece yönetmen yardımcıları oyuncu seçerdi. Ben cast direktörlüğünü sevdim ve sonra kendi kendime karar verdim; bunun bir okulu olmalı ama okulu hiçbir yerde yok. En azından bir atölye olması gerektiğini düşündüm. Öyle bir atölyeyi bulduğum Seattle’a gittim. Orada biz oyuncuların arka tarafında oturuyorduk, oyunculara ‘Cast direktörüyle nasıl çalışılır?’ anlatılırken bize de ‘Biz oyuncularla nasıl çalışabiliriz?’ konusunun dinamiğini anlatıyorlardı. Sonra cast direktörlerinin ‘in house’ olamadıklarını yani bir prodüksiyon şirketinin içinde olamadıklarını anladım ve o zaman da kendi başıma bireysel olarak ofis kurdum. Aslında Türkiye’nin ilk cast direktörü ben değilim, Renda Güner’dir ama o sonra işe ajans olarak, menajer olarak devam etti. Renda hakikaten işini çok iyi yapan, en iyi cast direktörlerden biriydi.

Yapımcılar ya da yönetmenler size söz konusu projede hangi oyuncular olması gerektiği konusunda bilgi almak için mi geliyor?
Öncelik olarak senaryo geliyor. Senaryo benim için çok önemli. Çünkü senaryoyu anlamam ve kalbimde hissetmem gerekiyor. Senaryoya inanmazsam, Harika Uygur olarak herhangi bir oyuncuyu inandırmam çok zor olur.

Genel olarak böyle mi oluyor yoksa sadece sizde mi?
Bende böyle. Çünkü benden geldiği zaman oyuncular “Harika’dan geldiyse bir şey vardır” deyip okuyup, orada bir şey bulamazlarsa hayal kırıklığına uğrarlar. Ben kimseyi hayal kırıklığına uğratmak istemiyorum. İnsanları hayal kırıklığına uğratmamak hayatımda en dikkat ettiğim şeydir.

Uluslararası yapımlar için de çalışıyorsunuz. O alandaki çalışmalarınızdan söz eder misiniz?
Az önce sözünü ettiğim iki dernek üyeliği bana uluslararası yapımlar için de çalışabilmemin kapısını açtı. Çünkü biz cast direktörleri yurt dışında çok omuz omuza çalışıyoruz. Herhangi bir ülkeden oyuncuya ihtiyacımız olduğunda birbirimize danışıyoruz. Uluslararası çalışmayı çok seviyorum. Türk oyuncularının da yurt dışına açılmasının bir yolu olduğunu düşünüyorum. Şu anda da uluslararası bir projede çalışıyorum ve o kadar hoşuma giden şeyler oldu ki. Yıllardır oyunculara “İngilizce öğrenin, bu ülkeye çok fazla yabancı prodüksiyon geliyor, İngilizceye ihtiyacınız olacak” derken bu projede gerçekten İngilizce bilen canavar gibi oyuncularla çalışıyorum, çok hoşuma gidiyor.

Sözünü ettiğiniz proje nedir, kimler rol alıyor?
Paylaşamam. Çünkü bilgi vermem yasak. Sadece çok duyulacak bir proje olduğunu ve çekimlerinin İstanbul’da yapıldığını söyleyebilirim. Projenin adını paylaşamıyorum ama zaten çok duyulacak uluslararası bir proje, çekimleri İstanbul’da yapılıyor.

Türk oyuncuların bir türlü yurt dışına açılamamasının ana nedeni lisan sorunu mudur?
Yurt dışına açılamıyorlar değil, açılıyorlar. Bence çok da başarılıyız. Haluk Bilginer zaten başı çekiyor, onun dışında Numan Acar ve İlker Kaleli var. Kaleli, ‘The Serpent’ gibi bir dizide oynadı. Hazar Ergüçlü ise BBC’nin ‘The Mallorca Files’ adlı dizisinde yer aldı. Önemli olan tabii ki dil. Çünkü önce doğal olarak iletişim kurmamız gerekiyor. O dili iyi konuşabilmemiz gerekiyor ama onun dışında da burada iyi işler yapmaları lazım.

Türk oyuncuların yurt dışına açılması yeterli seviyede midir yoksa eksiklik söz konusu mudur?
Eksik diyemeyiz, neye göre eksik olduğunu bilemeyiz. Biz tabii ki Avrupa’nın merkezinde değiliz, o yüzden oyuncularımız da Avrupa’nın merkezindeki oyuncular gibi şanslı değiller ama çok fazla kapı var; Cast It, e-Talenta, Backstage gibi çok başarılı web siteleri var. Oralardan projeleri takip edip çok kolaylıkla başvuru yapabiliyorsunuz. Artık zaten ‘self tape’ diye bir şey var. Oturduğun yerden portatif bir ışık alıp kendini çekebiliyorsun ve gönderebiliyorsun. Artık cast direktörleri audition stüdyosunda çekim yapmıyor, ben de hep self tape devam ediyorum, dünyanın her yerinden deneme çekimleri topluyorum.

Yurt dışındaki yapımcılar ve yönetmenler Türk oyunculara nasıl bakıyor, yapımlarda rol almaları için yeteri kadar göz önünde bulunduruyorlar mı?
Eğer projenin ihtiyacı varsa zaten Türk diye bakılmıyor. Örneğin bir Türk oyuncu çok iyi İtalyanca konuşuyorsa, İtalyan’ı da oynayabilir.

O halde yabancı yapımcı ve yönetmenler, Türk oyunculardan yabancı bir karakteri canlandırması adına da bir beklenti içinde olabilir. Yeter ki lisanı iyi olsun. Örneğin Haluk Bilginer gibi..
Tabii ki kesinlikle. Bir de şimdi genç nesil daha bilinçli. Dünyadaki oyunculuk okullarında eğitimler alıyorlar. Mesela en son benim yer aldığım bir projedeki Türk genciyle tanıştım, çok iyiydi. Çok iyi oyuncular yetişiyor. Netflix’e ‘Fatih’ İngilizce çekildi. Artık Disney geldi, HBO geldi, hepsi geliyor. Netflix zaten elimizin altında. BluTV de çok güzel işler yapıyor.

Yurt dışında fark edilmeleri açısından dijital platformların oyunculara katkısının ne olduğunu / olacağını düşünüyorsunuz?
Dijital platformlar bence dünyaya kapıları açtı. Türk dizileri zaten birçok ülkede bayağı revaçtaydı, bu durum daha da arttırdı. Oyuncular gibi yönetmen ve kamera arkası diğer ekip üyeleri de fark ediliyor / edilecek. Çok başarılı genç yönetmenlerimiz var, kamera arkası ekipler de çok başarılı. Bir de sinemada da çok güçlü yeni isimler geliyor. Mesela; ben şu anda ‘Ölü Mevsim’ diye bir sinema filmine hazırlanıyorum, işin başında yepyeni, pırıl pırıl genç yapımcı ve yönetmen var. Böyle projelerle gurur duyuyorum. Keza bu sene yine Cannes Film Festivali’nde Emin Alper’in ‘Kurak Günleri’ yer alacak. Bu çok büyük bir başarı. Cannes Film Festivali’nin başka bir seçkisinde İpek Erden’in yapımcısı olduğu ‘Ölüler İçin Yaşam Kılavuzu’, genç bir yönetmen olan Barış Fert yönetti. Bunlar çok değerli… Dolayısıyla Türk sineması, dünyada görülmeye başlandı. Keza biliyorsunuz, Erdal Murat Aktaş’ın yönetmenliğini yaptığı ‘Her Şeye Rağmen’in ilk uluslararası gösterimi Cannes Film Festivali’nde gerçekleştirilecek. Ben de kendisiyle birlikte orada olacağım, bunlar çok büyük başarılar.

Senaryo geldiğinde öncelikle neye dikkat ediyorsunuz? Bir karakteri bir oyuncuya vermenizdeki kriterler nelerdir? Oyuncunun popülerlik ölçüsü seçimlerinizde etkili oluyor mu?
Aslında popülerlik ölçüsüne bakmıyorum ama tabii ki yapımcıların birtakım talepleri oluyor. O film dünyada vizyona girecekse Türkiye’de de dağıtımcılar tarafından satılabilir olması isteniyor. Filmin Türkiye’de de bir payı olsun istiyor ya da Türkiye’de de bir gösterimi olabilsin istiyorlar. Dolayısıyla Türkiye’deki popüler isimleri isteyebiliyorlar. ‘Osmanlı Subayı’nda öyle bir talep vardı. Ben iyi oyunculuğa bakıyorum, iyi bildiğim bir isim olmayan bir oyuncu varsa bile onun audition verme hakkını kaldırmıyorum. Benim için önemli olan audition sırasında rolü kimin alacağıdır.

İlla ki popüler olması gerekmiyor, o karakteri hakkıyla canlandırabilecek birini seçiyorsunuz…
Benim için öyle, ben gerçekten buna çok dikkat ediyorum. Onun için de bilinir ki her zaman benim projelerimden en azından bir iki tane yeni isim çıkar.

Birçok oyuncuya ön ayak olup uluslararası yapımlarda rol almalarını sağladınız. Karşılığını alabiliyor musunuz?
Dünya çapındaki bir cast direktörüne göre alamıyorum. Manevi olarak da bu ülkede çok yorulduğumu söyleyebilirim, çok özür dilerim ama bizim ülkemizde teşekkür etmeyi bilen çok az insan var. Ekip olduğunu unutma sorunumuz da var. Halbuki biz bir ekip işi yapıyoruz. Ben yabancı projelerde çalıştığımda, yönetmenin her seçtiğim oyuncu için bin kere teşekkür etmesi ya da iyi bir şey olduğunda benimle paylaşması beni çok tatmin ediyor. Şu anda çok büyük bir yönetmenle çalışıyorum, onun sürekli teşekkür ediyor olması beni çok gururlandırıyor. O zaman yaptığım işi daha çok seviyorum. Ama bizde yönetmen her şeyi yapıyor. Işığı da kamerayı da o kuruyor, çayı da o demliyor, oyuncu seçimini de o yapıyor… Bu yüzden bizde teşekkür etmek yok ve bu konuda çok üzgünüm.

Oyunculardan karşılığını alabiliyor musunuz?
Bir beklentim yok, beklentiye girdiğin zaman zaten üzülüyorsunuz. O yüzden bir beklentim yok.

100’e yakın Türk ve yabancı film için çalıştınız, maddi olarak karşılığı alabildiniz mi?
Hayatımı idame edebildiğime şükrediyorum. Uluslararası bir cast direktörü olarak tabii ki dünyadaki meslektaşlarımla aynı ölçüde para kazanmıyorum ama bu ülke standartlarında iyi rakamlar olduğunu düşünüyorum.

Locarno Film Festivali’nde ‘En iyi Cast Direktörü’ ödülünü almıştınız? Bu ödül hangi kriterlere göre veriliyor?
‘Mustang’daki çalışmamdan dolayı verilmişti. Biliyorsunuz, ‘Mustang’, Akademi ödüllerinde Oscar’a adaydı. Bir jüri değerlendiriyor, o jüri ön elemeden geçiriyor sonra ilk 5’e kalıyorsunuz, ben de ilk 5’e kaldım, benim için çok heyecan vericiydi. Sonra da telefon geldi, “Ödül sizin. Locarno’ya davet ediyoruz” dediler, büyük heyecandı, Locarno Film Festivali zaten seçkin festivallerden birisi. O ödül hâlâ devam ediyor, adı Semiramis Ödülleri oldu. Bu sene de bir filmle başvurdum, short list’e kaldım, burada da heyecanlıyım, bakalım short list’ten nasıl çıkacağım. Dünyada çok az cast direktörü ödülü veriliyor, Oscar’da da yok, biliyorsunuz. Şu anda Sinema Sanatları ve Bilimleri Akademisi başkanı bir cast direktörü, kendisi bu konuda çok çabalıyor. Ben çok yakında olacağını da düşünüyorum. Türkiye’de bir ilk yaşanarak geçtiğimiz Antalya Film Festivali’nde bir arkadaşımıza bu ödül verildi.

Neden ille de olmalı?
Az önce de sözünü ettiğim gibi bence bir filmin yarısını oyuncu seçimi oluşturuyor. Oyuncu seçimi iyi olmadığı için maalesef bir film başarılı olmuyor. Onun dışında oyuncu seçimi her şey gibi çok önemli. En iyi senaryo varsa en iyi oyuncu seçimi de olmalı diye düşünüyorum.

Yeni çalışmalarınızdan biri ‘Her Şeye Rağmen’ filminin senaryosu size geldiğinde oyuncu seçimini yaparken nelere dikkat ettiniz?
Ana karakterin 3 yaş grubunda canlandırılacak olması nedeniyle çok zor bir senaryoydu. Ana karakteri önce çocukken görüyoruz, sonra gençliğini ve günümüzdeki yaşıyla görüyoruz. Önce ilk cast çalışmasında orta yaşı bulayım, onu biraz yaşlandırayım diye düşündüm sonra onun çocukluğunu aramaya başladım ama sonra ilk bulduğumuz aktörle zamanlamayı oturtamadık. Onun başka bir projesi çıktı. Sonraki adımda 40’lı yaşlarını canlandıracak oyuncuyu bulduk. Erkan Petekkaya oynadı, muazzam oynadı, kendisi zaten muazzam bir aktör. Rolü o alınca tabii ki onun gençliğini aramam gerekti, çok tesadüf bir şekilde karşıma Sinan Akdeniz çıktı. Almanya’da yaşayan aynı zamanda tıp okuyan çok başarılı bir oyuncu. Açıkçası filmi aldı götürdü. Erkan ile birtakım ortak noktalarını bulduk, birbirlerine çok da benziyorlar, Türkiye yeni bir yüzle karşılaşmış olacak. Almanya’da da çok başarılı Türk oyuncularımız var ama Türkiye’de oynama şansı elde edemiyorlar çünkü Türkçelerinde aksan oluyor ama bizim bu filmdeki en önemli kriterimiz zaten aksanın olmasıydı. Sinan ile çok iyi çalıştık, çok da iyi bir oyuncu kazanmış olduk.

Türkiye’den ve yurt dışından birçok oyuncuyu takip etmeniz, her yapımını izlemeniz gerekiyor. Ayrıca tiyatro bolca tiyatro oyunu da seyretmeniz gerekiyor. Bu konuda yardımcılarınız da olamaz. Nasıl yetişiyorsunuz?
Doğal olarak çok fazla film izliyor, çok fazla oyun seyrediyorum. Bir şansım da Sadri Alışık Tiyatro Sinema Oyuncu Ödülleri’nin jürisinde olmam. Bu nedenle oradaki görevim nedeniyle de çok fazla film izliyor, oyun seyrediyorum. Yılda 80 ile 100 arası oyun seyrediyorum. Bir de ajanslarla dirsek temaslı çalışmak gerekiyor.

‘Her Şeye Rağmen’ için Sinan Akdeniz’i seçme nedeniniz nedir?
Tabii ki Almanya’daki ajansları da tanıyorum, oradaki ajansları da taradım, birtakım datalar var onların içine girdim. Biraz araştırmak ve meraklı olmak gerekiyor, iyi bir cast direktörü olmak için meraklı olmak gerekiyor, iyi oyun izlemek gerekiyor, çok film izlemek gerekiyor.

Yani sadece ajansların kataloglarına bakıp da sima olarak bu olur demiyorsunuz.
Bazen öyle dediğim de oluyor, o artık oturmuş oluyor, o bir histir ya. Benim için yıllar önce ‘Oyuncuyu gözünden anlıyor’ diye bir başlık attılar, çok kötü bir başlık ama bazen öyle olabiliyor. Fotoğraf çekimlerinin çok iyi olması gerekiyor çünkü öyle anlıyorum, o bir enerji. Hayat da öyle değil mi?

Yurt dışındaki Türk oyuncular Türkiye’de çekilen yapımlarda rol almak istiyor mu?
Evet, istiyorlar. Bana bununla ilgili çok fazla mail geliyor ama aksan çok sorun oluyor. Özellikle Almanya’daki Türk oyuncuların o ağır Almanca aksanı bizde çok sorun olabiliyor.

Aksan sorunu çalışmayla ne kadar bertaraf edilebilir?
Baki Davrak geldiğinde bu anlamda çok kötü durumdaydı ama şu an gayet toparladı. Çok başarılı ses koçları var, onlarla çalışabilirler ya da sesli kitap okuyabilirler, Almanya’da Türkçeyi çok düzgün konuşan insanlar var, onlarla konuşabilirler. Düzeltmek için çabalamaları gerekiyor, en az 6 ay uğraşırlarsa düzeltebiliyorlar. Almila Bağrıaçık var, Almanya’da çok başarılı bir oyuncu, onun da Türkçesi düzeldi.

‘Her Şeye Rağmen’ bir biyografi filmi, günümüzde biyografi filmleri çok fazla çekiliyor. Biyografi filmi ve kurgusal filmlerin oyuncu seçimleri arasında fark var mı? Biyografi filmi için oyuncu seçimi daha zordur değil mi?
Tabii. Zorluğu şu; çok uzak birini seçemiyorsunuz, gerçek hayatta yaşayan birisi varsa ya da yaşamış birisi varsa biraz ona benzemesi gerekiyor. Aslında oyuncu için daha zor çünkü gerçekten yaşamış birini tekrar perdede hayata geçirecek. Onu geçirebilecek güce sahip olan oyuncuyu seçmek zorunda kalıyorsunuz.

Örneğin ‘Dilberay’ için neden Büşra Pekin’i düşündünüz?
Bence çok iyiydi. Senaryoyu okuduktan sonra “Dilber Ay kim olabilir?” diye düşündüm, sonra Büşra gözümde canlandı. Hemen yönetmeni aradım, yönetmen de “Harika sana inanamıyorum, bir saat önce Büşra’ya senaryoyu yolladım” dedi. Dilber Ay’ı Büşra’nın en iyi şekilde canlandıracağını Ketche ile aynı anda düşünmüşüz. Dilber Ay’ın gençlik fotoğraflarını aradım, o yaşlarında nasıl bir kadınmış, saçlarını sarıya boyamadan nasılmış diye baktım, biraz o fotoğraflar da bana Büşra’yı hatırlattı. Büşra’yı oyuncu olarak çok beğenirim, güçlüdür.

Dilber Ay için Ketche ile aynı oyuncuyu düşünmüşsünüz. Peki başka yapımlarda başka yönetmenlerle oyuncu seçimlerinizde anlaşamadığınız zamanlar oluyor mu?
Oluyor. Öyle durumlarda biraz inat ediyorum. Yönetmenle karşılıklı birbirimizi ikna etmemiz gerekiyor. Ben onları ikna etmek için çabalıyorum, onlar da beni ikna etmek için çabalıyor ama dediğim gibi her şey deneme çekimi. Bazen kendi filmimi izlerken de “ah keşke beni dinleseydi” diyorum ya da bazen “Allah’ım hata mı yaptım acaba” dediğim oluyor. Benim de kendi filmimde hata yaptığımı düşündüğüm oyuncular oldu itiraf edeyim.

Neden hata olduğunu düşünüyorsunuz?
Filmdeki performansından dolayı.

Bu sizin hatanız mı oluyor?
Bir sürü faktör var tabii ama zor bir iş. Oyuncu seçimi çok zor o yüzden Oscar ödüllerinde cast direktörü ketegorisi de olmalı.

Film başarılı olursa size de pay veriliyor mu? Başarısız olunca “Siz bu oyuncuyu buldunuz ama pek de performans sergileyemedi” diyorlar mı?
Çok şükür, şimdiye kadar öyle bir şey demediler. O kadar da kötü bir seçimim olmadı, hata dememin sebebi sadece benim kendi titizliğim.

Türk filmleri, yurt dışında neden çok fazla gösterilmiyor? Almanya, Fransa ve Hollanda’daki gösterimler sadece gurbetçilere yönelik. Yabancıların da izlemesi için sizce neler yapılmalı?
Dağıtım ile ilgili bir eksiklik olduğunu düşünüyorum. Belki de dilin Türkçe olması. Açıkçası çok bilmiyorum ama artık dijital platformların gelmesiyle ilgili bunu kırdığımızı düşünüyorum. Festivallerde yer alan filmlerimizi sadece gurbetçilerin izlediğini düşünmüyorum.

Festivallere katılan filmlerimizi mutlaka yabancılar da izliyor ama yüksek izleyici sayıyarına ulaşamıyorlar. Festival dışı filmlerimiz ise yurt dışında yabancılar tarafından hiç izlenmiyor.
Dağıtım benim konum olmadığı için bilemiyorum. Mesela Tolga Karaçelik şu anda İngilizce bir film çekiyor, belki de sırf bu yüzden. Bence artık Türk yönetmenler de uluslararası dil İngilizce olduğu için artık İngilizce filmler çekecek.

Oyuncular, dijital platformların yaygınlaştığı bu dönemi nasıl fırsata çevirebilir?
Fırsata çevirmeye gerek yok, bu, zaten kendi başına bir fırsat. Sinema okullarının daha çok desteklenip genç yönetmenlerin daha çok teşvik edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bir kere en büyük eksiğimiz; Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan başka sinemayı destekleyen bir fonumuzun olmaması. Sadece Kültür ve Turizm Bakanlığı’na başvuruyorsun, çok şükür ki bir de ‘TRT 12 Punto’ çıktı. ‘TRT 12 Punto’ gibi başka fonların da oluşması gerekiyor. Bir de bizim sinema enstitümüz yok.

Neden olamıyor?
Çünkü sektör değiliz, bankalar tanımıyor. Bankaların kredi imkânlarına bakın, orada sinema yok. Bir yapımcı bir filmi için kredi alamıyor. Çünkü meslek olarak tanımlanmamış. Bankaların kredi verilecek meslek grupları arasında reklam var ama film yapımcısı yok. Oraya ne yazılacak? Biz şu anda bir piyasayız, bir sektör olmamız gerekiyor. Birçok şeyin değişmesi gerekiyor. Sadece Kültür ve Turizm Bakanlığı’na başvurularak bir film fonu yapılamaz. Özel sektör daha çok desteklemeli, sponsorlarımızın artması lazım ama ‘İstanbul Film Festivali’ne bile sponsorun ne kadar zor bulunduğunu biliyorum. Bir kere en büyük festivalimiz, A kategorisine girebilecek olan bir ‘İstanbul Film Festivali’miz var ve desteklenmiyor. Festival, her sene bin bir zorlukla yapılıyor. ‘Antalya Film Festivali’ni büyütüyoruz, uluslararası boyuta getiriyoruz, Cannes Film Festivali ile boy ölçüşebilecek bir noktaya gelmişken mehter marşı gibi bir adım ileri iki adım geri gidiyoruz. Örneğin Antalya Film Festivali, ulusal yarışma olur, uluslararası yarışma olur, bu başka bir tartışma konusu. Ben ulusal yarışmanın uluslararası yarışmanın içine katılması gerektiğini savunanlardanım. Beni aforoz edebilirler. Antalya bir merkezdi ama artık belediyelerden ayrılması gerekiyor.

Sorun zaten orada değil mi? Belediyeye tabii olduğu için her gelen yönetim festivalin yapısını da içeriğini de değiştiriyor.
Festivaller belediyelerden ayrılmalı. Antalya Film Festivali, ‘Cannes Film Festivali’ ile yarışacak kadar büyük bir festival olma yolunda ilerlerken bu kadar geri adım atması, kendi halimizde bir düğün organizasyonu gibi olması beni gerçekten çok üzüyor.

Belediyelerden ayrılırsa düzenlenebilir mi?
Çok iyi bir başkanla, iyi bir yöneticiyle tabii ki düzenlenir. Keşke Menderes Türel belediye başkanlığı’ndan ayrıldıktan sonra ‘Antalya Film Festivali’nin başında kalsaydı. Festivaller güçlendikçe, sinema sektörü oldukça, dijital platformların da gelmesiyle yönetmenlerimiz daha çok görülür olacak ve daha çok proje yapılacak.

Kaynak: Habertürk

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Son Haberler