The Quiet Place filminin başarılı oyuncusu Emily Blut yeni film için bir röportaj verdi. Samimi açıklamalarda bulunan Emily Blunt “Çocuklarını korumak için ne kadar ileri gidebilirsin?” sorusunu yanıtladı. İşte Emily Blunt’un verdiği yanıt;
Sizin sektörde genelde iş ile aşkı ayırmak tavsiye edilir. Siz ise John Krasinski ile 11 yıldır evlisiniz ve birlikte harika projelere imza atıyorsunuz. Nasıl yapıyorsunuz bunu, anlatır mısınız biraz?
Bilmiyorum! John ve ben bu ‘kusursuz çift’ fikrinin utanç verici olduğunu düşünüyoruz. Çünkü biz de tıpkı diğer çiftler gibi sadece çalışıyoruz. Ben ona çok değer veriyorum, o da bana çok değer veriyor. Sadece kişisel anlamda değil, profesyonel anlamda da birbirimize değer veriyor ve saygı duyuyoruz.
Ayrıca yaratıcı olarak çok uyumluyuz. Uyumlu olmanın bize yardımcı olduğunu düşünüyorum. Filmleri aynı şekilde izliyoruz, sahnelere ya da performanslara aynı şekilde tepki veriyoruz, onu etkileyen noktalar beni de etkiliyor. Birlikte çalışırken işimize yarayan bir akışkanlık var. Sana ne söyleyeceğimi, bu durumu sana nasıl açıklayacağımı bilmiyorum inan.
Birbirinize sinir olduğunuz oluyor mu?
Hayır. Pek olmuyor. Olsa da paylaşmazdım! (Gülüyor)
HERKES JOHN’A “YAPAMAZSIN” DEDİ AMA O KİMSEYİ DİNLEMEDİ VE YAPTI
John’un “hayır”ı cevap olarak kabul etmeyen bir adam olduğu söyleniyor…
Çok doğru. Benim dışımda! (Gülüyor) Dinlediği tek “hayır”, benim söylediğim.
Bu özelliği yapımcılığa başladıktan sonra mı ortaya çıktı, yoksa John’u tanıdığınızdan beri “hayır”ı kabul etmeme huyu var mıydı?
Tanıdığımdan beri böyle. John tamamen işbirlikçi olmakla birlikte, bir şey gördüğünde herkes karşı çıksa dahi tavizsiz bir dürtüye sahip. Herkes onu geri çekmeye çalışırken o mutlaka devam eder. İlginç bir denge var. Örneğin filmde açılış araba sekansı. Herkes “Tek çekim yapamazsın, yapılamaz, güvenli değil” dedi. John ise “Biliyorum yapılabilir, bunun için bir fikrim var” dedi. Stüdyo da yapmasını istemedi. Kimse yapmasını istemiyordu. Ama o kimseyi dinlemedi. Bu sekansı çekmek için gerekli kamera ekipmanını Almanya’da buldu, getirdi ve yaptı. Sadece inatçılık değil, yapılabileceğini biliyorsa kimseyi dinlemiyor. ve onun bu yönünü seviyorum. İnsanların işleri halledebilmek için gece bile aradıkları adamdır John.
“THE ENGLISH” OKUDUĞUM EN SIRA DIŞI HİKAYE
? “Devil Wears Prada”, kariyerinizi değiştiren yapım oldu. O günlerden bugüne kariyer analizi yapmanızı istesem, neler söylersiniz?
Yaratıcılık açısından kendimi çok tatmin olmuş hissediyorum. Yapacağım işlerde çok seçici olmaya devam edeceğim. Genelde beni biraz korkutan şeylere imza atıyorum. Nasıl yaklaşacağımdan emin olmadığım projeler… Bu projeler aslında oldukça nadir. Orta bütçeli filmlerin çoğu, 35 milyon dolar civarı benim tüm kariyerimi üzerine kurduğum filmlerdi. Bu filmler artık olmuyor. Büyük bütçeli filmler de çoğu zaman gişe odaklı. Elimizde ne kaldı? Az sayıdaki bağımsız filmler. Hikayeler çok sıra dışı olduğu için tutunduğumuz bağımsız filmler. Uzun zamandır uzun hikaye anlatımı yapmak, bir mini dizi çekmek istiyordum. ve beni çok heyecanlandıran “The English” isimli 6 bölümlük bir mini diziyle karşılaştım. Kariyerimde okuduğum en sıra dışı hikaye. İlk sayfada “Ben bunu yapacağım” dedim. O kadar olağanüstüydü ki…
“The Quiet Place 2″de (Sessiz Bir Yer 2) izlediğimiz yardım etme, umut, arama-kurtarma konularını pandemi sebebiyle tüm dünya yaşadı. Ne düşünüyorsunuz bu konuda, dünyamız için umutlu musunuz?
Gerçekten çoğu zaman güne büyük bir umutla başlamaya çalışıyorum. Sanırım her zaman iyimser olmaya çalışan biri oldum. Hiçbir şeye kötü ve kasvetli bir bakış açısıyla bakmayı sevmiyorum. “A Quiet Place 2” filmindeki karakterlerin yaşadıkları üzücü olduğu kadar umut verici. Çünkü her şeyin sonunda bir güçlenme ve cesaret duygusuyla baş başa kalıyorsunuz.
ŞÜKÜRLER OLSUN Kİ JOHN KAMERA ÖNÜNDE BENİMLE DEĞİL
John Krasinski’nin fikirlerini kağıda dökme sürecini merak ediyorum, nasıl gelişiyor? Gerçekten izleyiciyi içine çeken hikayeler yazıyor…
John ilginç bir şekilde yazıyor. Önce bana açılış konuşması yapıyor ve sonra 7 ay boyunca her şeyi düşünüyor. Benimle konuşuyor, yapımcı ortağıyla konuşuyor. Fikirler, temalar, diziler kafasında 7 ay boyunca konuşarak canlanıyor. Sonra mağaraya kapanıp 2 hafta sadece yazıyor ve neredeyse mükemmele yakın bir senaryoyla ortaya çıkıyor.
Eşiniz aynı zamanda yönetmeniniz. İlk filmde kamera önünde de birlikteydiniz. İkinci filmde ise ilk sahne dışında yok. Kamera önünde birlikte rol yapmayı özlediniz mi?
Şükürler olsun ki kamera önünde benimle değil! (Gülüyor) John bu filmde görsel olarak çok daha hırslıydı, bu yüzden sahnelerde olmaması gerekliydi. Bence iyi de oldu.
KOCAMI O FİLMİN HER KARESİNİ KAN TER İÇİNDE ÇEKERKEN GÖRDÜM
“The Quiet Place 2” diğer birçok yapım gibi pandemi ertelemeleri sonrasında nihayet 28 Mayıs’ta gösterime girdi. Pandemiden sonra sinemalara dönmek hakkında ne düşünüyorsunuz?
Her zaman sinemaya gitmeyi destekleyen nostaljik bir insan olacağım. “The Quiet Place” ve birçok film sinemada izlenmeyi hak ediyor. Salon, ses, seyirci; sinema deneyimine dalmanız gerekiyor. Büyük filmlerin çoğu ertelendi. Çünkü herkes filminin izlenmesini istiyor. Şahsen kocamı o filmin her karesini kan ter içinde çekerken gördüm. Film izleyiciyle izlenmek için inşa edildi. O yüzden filmimizi insanların sonunda izleyebilecek olması beni gerçekten heyecanlandırıyor.
İlk film çok beğenilmişti. Bana göre devam filmi yapmak gerçekten zordur ama ikinci filminiz de beğeni topladı. İkinci filmin hikayesini kısaca sizden dinleyebilir miyiz?
Bu filmde ataerkil figürü kaybettik. Evi olmayan, kocası olmayan, yeni doğan bebeğiyle birlikte üç çocuğu olan kadın ne yapacak? Ona kim yardım edecek? Peki yardım eden insanlara güvenebilir mi? Bu filmde karakterime hayran kaldım, çünkü tamamen kederli ama çocuklarını hayatta tutmak için her şeyin kendi elinde olduğunu biliyor. Çocuklarınızı korumak için ne kadar ileri gidebileceğiniz fikrini gösteriyor. Dünyanın her yerinde çocukları için olağanüstü şeyler yapan kadınları duyuyorsunuz. Filmin anneler üzerinde yankı uyandırdığını duyuyorum mesela…
Sizin “sessiz yer”iniz neresi?
Ev boşken, odam. Orada oturup kitap okumayı seviyorum. Ama bu çok nadir olan bir durum. Yine de evin boş olmasına bayılıyorum.
Harper’s Bazaar’a verdiğiniz röportajda “Hırslı kadınlar hala sevilmiyor” dediniz. Bu konuyu biraz açar mısınız?
Ne istediğiniz konusunda dürüst olmak ve istediklerinizden ötürü kimseden özür dilememek gerektiğiyle ilgili konuştum. Aynı zamanda bir projeye ne getirdiğinizi bilmek, değerinizi bilmek de büyük bir şey. Sadece finansal açıdan değil, yaratıcı olarak bir projeye ne getirdiğinizi bilmenizden bahsediyorum. Bu yüzden kadınların hırslı olmasının daha zor olduğunu düşünüyorum. Hırs gerçekten nedir? Amaçlı rüyalar, hayaller… Hepsi bu.
Değerinizi bilmek, projeye ne kattığınızı anlamak, dürüst olmak, bir şeyi istemekten ötürü özür dilememek… Peki ne zaman öğrendiniz bu dediklerinizi uygulamayı?
“Edge of Tomorrow” mesela devasa bir aksiyon filmiydi, benim için büyük bir fırsattı, umutsuzca yapmak istedim. Tom Cruise ve ekibi… Film erkekler kulübü olacak sandım, yanılmışım. Ben de yaratıcı işin içine dahil edildim. Verdikleri her karar benim onayımdan da geçti.