Çiğdem Tunç, Mehmet Ali Erbil’le ikili olduğu dönemlerde eğlence dünyasının yıldızı haline gelmişlerdi. Bir süredir ortalıkta olmayan Çiğdem Tunç’tan samimi açıklamalar geldi.
Sizinle tanışmamızdan arkadaşlarıma bahsettim; “Aaaa Çiğdem Tunç, nerelerdeymiş ki” diye sordular. Ben de onların adına sorayım. Nerelerdeydiniz? Sanki yıllar önce bir anda ortadan yok oldunuz…
Değil aslında, yok olmadım! Televizyonda görünüp görünmeme meselesi bu. Ama benim sabah yataktan kalkma sebebim tiyatro! Altı sene önce tiyatro kurmaya karar verdim. El yordamıyla girdik işe. Tiyatro kurmak, tiyatro yapmak gibi değil. Haldun Abi’yi (Dormen) görüyordum, bin tane yardımcısı vardı. Benimse nasıl kurulur, nasıl yönetilir hiç haberim yoktu. Ama oldu işte. Şahane bir müdürümüz var, Alper Çorumluoğlu, onunla birlikte altı yıldır ‘Sahne’ diyoruz. Ortaoyunu örneği olarak ‘Bir Eski Zaman Hikayesi’, komedi olarak ‘3+1 Zombili’, ayrıca ‘Şoför Nebahat’, ‘Binbir Gece Masalları’ ve çocuk oyunları sahneledik. Geçen pazartesi ‘Kanadı Kırık Bir Kuş Misali Cahide Sonku’ oyununun yaz galasını yaptık. Yakında ‘Astro Türkler Geliyor’ diye bir komedi oyunu yapacağız.
Ben genç kızken sizi ekranda izlerdim. Müthiş enerjik bir kadındınız. Karşımda yine hayat dolu bir kadın var. Eminim zorluklar da yaşamışsınızdır. İnsan bu neşeyi nasıl kaybetmiyor?
Amazon kadınıyım, meydan muharebesini terk etmem. Eğer terk edersen yerin dolar hemen. Belki çok erken yaşta acılarla karşılaşmaktandır… 12 yaşındaydım, 39 yaşındaki babam bir gece birdenbire gözlerimin önünde kalp krizi geçirip vefat etti. O gün “Bundan sonra bu evin kadını da erkeği de benim” demiştim. Bak bak, 12 yaşında… Annem bir türlü toparlanamadı, çok aşıklardı. Canına kıymaya bile kalktı. Üsküdar Amerikan gibi zor bir okulda okuyordum. Bir yandan bale dersleri… Küçük bir kız çocuğu olarak o günden beri acıların insanlar için olduğuna, haklı haksız insanları bulduğuna ve insanların da bunların karşısında dirayetli olması gerektiğine inandım. Bunda aile terbiyesinin, ezber sistemine dayanmayan ve çocuğun kişiliğini öne çıkaran eğitim sistemine sahip bir okulun öğrencisi olmanın da çok etkisi var tabii. Balede Yıldız Alpar Emiroğlu’nun öğrencisiydim, Türkiye’deki ilk Müslüman kadın bale hocası. O hemen beni resital için prova silsilesine soktu. O günden beri benim için en büyük terapi sanat. Bir de aşk olsaydı (gülüyor)…
Aşk önemli tabii…
Aşk bir sanatçı için çok büyük beslenme kaynağı. Aşık olduğunuzda birden 15 yaş geriye atlayabiliyorsunuz. O enerjiyle daha kreatif olabiliyorsunuz. Beşinci vitese kalkıp Ferrari gibi oluyorsunuz. “Kadın hala aşk mı diyor” denir şimdi.
Olur mu! Var mı peki aşk?
Yok, çok şanssızım. ya mesafeler giriyor araya… ya da kimse o gözle bakmıyor bana. Nalbura, pazara gidiyorum. “Hocam hoşgelmiş” diyorlar (gülüyor).
“Koskoca Çiğdem Tunç, tiyatrosu da var…” falan deyip yanaşamıyorlardır belki…
Yok canım, kaldı mı artık öyle adam! Herkes artist. Bir profil fotoğrafları var, zannedersin hepsi aktör. Herkes gerekli gereksiz özgüven patlaması yaşıyor. Ama belki de ben bir duvar ördüm, şimdi o duvarı indirmeye çalışsam da beceremiyorum. Biraz da olmadık adamları beğenirim… Ama buna takılmış da değilim. Cıvıl cıvıldır benim hayatım. O yüzden de tiyatronun kapısının açık kalması çok önemli benim için.
Bu arada hiç estetiğiniz yok gibi geldi bana!
Botoks yaptırıyorum bazen ama öyle cerrahi bir müdahale yaptırmadım hiç.
Yeni neslin estetik merakı hakkında ne düşünüyorsunuz?
O kadar güzel kızlar kendi yüzlerine dokunuyorlar ki anlamıyorum. Mükemmellik sınırına gelip dayanıyorsun o zaman ve sıkıcı olmaya başlıyorsun. Çünkü senden çok var. Bir Nükhet Duru örneği vereyim hemen. Yıllarca burnuna hiç dokunmadı mesela ve o, onu Nükhet Duru yaptı. Ana iskeletine dokundurtmadı yani.
Bir zamanların usta televizyoncusu olarak bugünkü televizyon dünyasını nasıl buluyorsunuz?
Televizyon yaşayan bir organizma gibi. Çağın, ülkenin koşullarına, zevk ve beğenilere göre evrilmesi lazım, seyredilmez aksi takdirde. Özel televizyonlar bir tür işletmedir aynı zamanda, yatırdığının 10 mislini alacak ki varlığını sürdürecek… Bunun için toplumda çok da sevmediğimiz parametrelere uyum gösterdiklerinde, ister istemez o çarkın insanları da buna evriliyor. Nedir o? Mesela Türkçeye özen göstermeden hızlı konuşmak, ne dediğinin anlaşılmaması… 90’ların radyolarında çok değişik bir Türkçe vardı. O artikülasyon kaldı dilimizde. Çoğu zaman gençlerimizin ne dediklerini anlamıyorum artık ben. ‘Duyar kasmak’ diye bir laf çıktı ortaya. Ne demek olduğunu ben bilmiyorum ve kulağıma da hiç hoş gelmiyor. Ne ara buraya geldi konu ya da biz mi eski kaldık, biz mi oraya evrilmeliyiz, bunu da bilemiyorum.
’80 YAŞINA DA GELSEM…’
“Ölene kadar yapabileceğim bir tane sanat var, o da oyunculuk. 80 yaşına da gelsem, sağlıklıysam, okuduğumu ezberleyebiliyorsam bir tiyatro oyununda, sinema filminde ya da bir dizide o yaşı canlandırabilirim.”