Ana SayfaDedikoduBuket Uzuner: Çok Gezen Anlamayı Öğrenir

İlgili Postlar

Buket Uzuner: Çok Gezen Anlamayı Öğrenir

İkilemli soruların bu haftaki konuğu Buket Uzuner: Biyolog, çevrebilimci, aktivist, seyyah, düşünür, çok satan yazar. Buket Uzuner “Çok gezen anlamayı öğrenir” dedi.

◊ Kitaplarınız yabancı ülkelerde yayımlanıyor. En keyiflisi hangisi: “Kumral Ada Mavi Tuna”nın İspanyolca’ya çevrilmesi mi, “İstanbullular”ın ABD’de yayımlanması mı?
– Birbiriyle kıyaslanamayacak mutluluklar vardır. Akdenizli benzer bir kültürde, çok etkilenerek büyüdüğüm “Don Kişot”un yazarı Cervantes’in ana dilinde okunmak, sanki kendi çocukluğuma bir nanik keyfi gibi. Amerika ise apayrı bir dünya: Türkçe gibi henüz edebiyat alanında çok az çevrilmiş bir ana dilden, Amerikan Kitap Dünyası’na girebilmek zaten başlı başına zordur. “İstanbullular” kitabı “I am Istanbul” adıyla yayınlandığında o yıl Amerika’da yayınlanmış yabancı romanlar arasında en iyi 50 çeviri listesine seçilmişti. Çevirmen Kenneth Daken’ı sevgiyle anıyorum.

◊ Hangi ödülünüz sizin için daha kıymetli: “Balık İzlerinin Sesi”yle 1993’te aldığınız Yunus Nadi Roman Ödülü mü, Türkiye Yayıncılar Birliği’nin verdiği 2020 Düşünce ve İfade Özgürlüğü ödülü mü?
– 21. yüzyılda hâlâ “sansüre hayır” manasına gelen “Düşünce ve İfade Özgürlüğü” adlı bir ödülümüz olması hiç güzel bir şey değil. Hakaret, nefret ve şiddet içermeyen düşüncenin ve bunun ifadesinin suç sayılmadığı bir ülkede yaşamak demokrasidir, berekettir, huzurdur. Bu nedenle son ödülüm yayınlanışından 36 yıl sonra yasaklanan, sansürlenen “Ayın En Çıplak Günü” adlı kitabım adına bir direniş olarak önemli. Ama ilk önemli edebiyat ödülüm olan Yunus Nadi Roman Ödülü de “Aferin Buket, önüne çıkan tüm engellere rağmen yazmaktan vazgeçmedin” anlamında bir teşvik.

◊ Biyolog ve çevre bilimcisiniz. Sizce insanlık için en büyük tehdit: Pandemiler mi, iklim değişikliği mi?
– İnsanlık için en büyük tehdit bizzat insanlıktır. Çünkü tabiatta yaşayan sadece tek bir canlı kendini tabiatın efendisi sanmaktadır, o da insan! Pandemiler de iklim felaketi de hepsi insan faaliyetlerinden kaynaklanıyor (bu yüzden çağımıza Antroposen deniyor) ve hiçbiri doğal felaket değil. İnsan, binlerce yıl önce yaşamış, nine ve ataları gibi tabiatın sadece bir parçası olduğunu kabul edip, ölümcül hırs ve şiddetinden vazgeçerse türümüz kurtulur.

◊ Başkent doğumlusunuz, orada yetiştiniz; şimdi İstanbul’da yaşıyorsunuz. Hangi yılları daha mutlu hatırlıyorsunuz: Ankara mı, İstanbul mu?
– Ankara’nın aynı zamanda kültür ve sanat başkenti de olduğu 1970’ler… Tiyatroları, operaları, bale ve CSO konserleri, AST ve Sinematek’in muhteşem zenginlikte olduğu, üstelik memur bütçesine uygun döneminde, Attila İlhan’dan Adalet Ağaoğlu’na, Uğur Mumcu’dan Sevgi Soysal’a, Aziz Nesin’den Yaşar Kemal’e, Mehmet Eroğlu’dan Pınar Kür’e, Ayşe Kilimci’den Nazlı Eray’a önemli edebiyatçıların Ankara’da yaşadığı, Hacettepe ve ODTÜ’nün en müthiş zamanında orada büyümek büyük şanstı. O yıllarda İstanbul, kültürel olarak en sönük dönemlerinden birini yaşıyordu. Öte yandan ben “safkan” bir Ankaralı değilim. Annem ilkokulu ve liseyi İstanbul’da okumuş, Ankara’da bir “İstanbullu gelin”di. Bu yüzden bizim hayatımızın daima bir İstanbul bölümü de vardı. Okul tatillerinde İstanbul ziyaretlerimiz olurdu. Tabii sonra Ankara da ben de değiştik. 30 yıldır İstanbul’da yaşıyorum ama Ankara’ya her yıl en az bir kere giderim ve Ankara’yı severim. İlk aşkımın, ilk okullarımın, çocukluğumun zengin kültürlü şehridir benim için Ankara. Sonuçta ben Ankara seven bir İstanbulluyum. İstanbul bir dünya şehridir ve bu hayatta seyahat ettiğim, edeceğim her şehir, sonunda İstanbul’a döneceğim için güzeldir.

◊ Hayatınızın bir bölümünü geçirdiğiniz coğrafyalardan hangisi üzerinizde daha çok iz bıraktı: Soğuk Finlandiya mı, sıcak Sahra Afrikası mı?
– Çocukluğumdan beri yaz sevmem. Sıcaktan bunalır, süner, erir, mutsuz olurum. İskandinavya’da uzun yıllar yaşadıktan sonra güneşin ısı ve aydınlık gibi iki farklı işlevi olduğunu kavramıştım. Biz Akdenizliyiz, soğuk kışlarda bile aydınlık, güneşli günlerimiz olur. Kuzey ülkelerinde böyle bir şey yok. Kuzeyin her anlamda izleri derindir bende.

◊ Aşkta alıcı kuş musunuz, çantada keklik mi?
– Kuş da keklik de kanatlı canlılar. Aşk uçuşan bir duygu olduğundan sendeki metaforları da kuş olmuş… Ben ne nazlanmayı ne de nazlananı severim. Çok naz âşık usandırır. Gerçekten…

◊ Flörtte hangisi çok iç gıcıklar: Gülümsemek mi, göz kaçırmak mı?
– Bence beraber aynı şeylere gülebilmek.

◊ Hangisini tercih edersiniz: Tek başınıza ağlamak mı, birinin omzunda ağlamak mı?
– Sevinçten ağlamayı tercih ederim. İster yalnız, ister kalabalıkta, ister sevdiğimin omuzunda. Ama sevinçten ağlamak isterim.

◊ Hangisi daha kötü senaryo: Kimselere âşık olamamak mı, her aşkınızın kötü bitmesi mi?
– Her aşk kötü bitmez, bazı ayrılıklar sevdaya dâhildir ve insan yaşadığı sürece âşık olma ihtimali daima vardır. Aşk sadece başka bir insana karşı yaşanmaz. Örneğin Seferihisar’daki 1800 yıllık Umay Nine adlı zeytin ağacına, Çorum’da korunan bir alageyiğe… Ne bileyim Yaşar Kemal’in “Deniz Küstü” romanındaki gibi bir yunusa ya da Kaş’ta denize dimdik inen kayaların berrak maviyle buluştuğu muhteşem doğaya… Veya Mardin’in Orta Çağ’da kurulmuş ateş kırmızısı taş kentine de âşık oluverir insan.

◊ 1980’lerde tek başınıza, sırt çantasıyla çıktığınız Interrail seyahatlerini sonradan “Bir Siyah Saçlı Kadının Gezi Notları” adında çok satan bir kitaba dönüştürdünüz. Peki bir seyyah-yazar olarak söyleyin bakalım: Çok okuyan mı, çok gezen mi bilir?
– Çok okuyan çok bilir ama bilmek, anlamak değildir. Çok gezen, anlamayı öğrenir. Tabii turist gibi gezip, kaç ülkeye gittiğinin rekoru peşinde koşan, Yemek fotoğraflarını sergilemekten tadını alamayanlardan bahsetmiyorum. Benim için seyahat demek, gittiğin şehrin veya ülkenin düğün ve cenaze gibi geleneklerinden, ev yemekleri ve şarkılarına kadar öğrenmeye, yerli insanlarla tanışmaya varan bir öğrenme macerası… Yani hem okuyup hem de gezen kişi, kendini tanır, insanı öğrenir. Bu, hayattaki en önemli bilgidir.

◊ Peki tren yolculuğu mu, gemi yolculuğu mu?
– Daima tren, hep tren ve tren.

◊ Para saadet… Getirir mi, getirmez mi?
– Dünyada herkese yetecek kadar yiyecek ve giyecek varken yoksulluk planlı bir kötülük. Para, sağlık, eğitim, sevinç ve iyilik getirdiği sürece iyidir ama tek başına saadet getirmez.
Çünkü saadet parayla satın alınamayan, yanında özveri ve saygı da isteyen bir bütün.

◊ Bir şeyi gece planlamak mı, sabah planlamak mı?
– Gececiyim ben. İlkokulda bile sabahçı olduğumda başarısız olurdum. (Gülüyor)

◊ Sizce hangisi daha avantajlı: Zengin ve çirkin doğmak mı, fakir ve güzel doğmak mı?
– Babasının değer verdiği, annesinin iyi eğitimle ve şefkatle kucakladığı, sağlıklı bir kız olarak doğmak, dünyanın en büyük şansı. Bir de hep söylediğim gibi: “Hayatta en büyük mucize, gençken iyi bir öğretmene rastlamaktır.” Bu öğretmen ille okulda olmak zorunda değildir.

◊ Zaman makinesi icat ettiniz, nereye giderdiniz: Geçmişe mi, geleceğe mi?
– Daima gelecek. Pek nostaljik değilim.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Son Haberler