Birce Akalay Ağlama Anne dizisini anlattı. Güzel oyuncu Birce Akalay, yeni dizisi Ağlama Anne hakkında samimi açıklamalarda bulundu. Detaylar haberimizde…
Birce Akalay’ın sevgilisi iki Rus güzelle yakalandı!
Birce Akalay’dan Ağlama Anne dizisi
Ağlama Anne dizisinde kendisini kızına affettirmeye çalışan Alev karakterine hayat veren ünlü oyuncu Birce Akalay, Sabah’a verdiği röportajda yeni dizisi ve rolü hakkında konuştu. İşte o röportaj…
Birce Akalay Ağlama Anne dizisini anlattı
– Diziyi kabul etmenizde en belirleyici faktör ne oldu?
‘Alev’in hikayesi. ‘Ağlama Anne’ adı üzerinde ağlayan bir anneye ithaf edilmiş. ‘Alev’ içi çok ağlayan bir kadın. Empati yapması çok zor bir hikaye ama seyirci onun çıkmazlarını anlayacaktır diye düşünüyorum.
– ‘Alev’ karakterini nasıl tanımlarsınız?
Dinmeyen bir kalp ağrısı gibi ‘Alev’. Vahşi bir şehre bırakılmış yabani, korkak, yaralı bir hayvan gibi… ‘Alev’in yaptığı, bir insanın kolay kolay taşıyabileceği bir hata değildi. Herkesi bir kenara bırak, insan affedemez ki kendini. En çiçekli yaşında böyle bir hata ve devamında hapiste geçen 18 yıl. Ne kadınsın, ne erkek; cinsiyetsizleşmiş bir insan düşün.
– ‘Alev’in amacı kızına kavuşmak değil mi?
Evet. Kendini anlatmak, affettirmek istiyor ama nasıl anlatacağını bilmiyor, kimse ona inanmıyor. Onu bu trajik hatayı yapmaya iten asıl suçluları da biliyor üstelik. Tek amacı kızına bir gün anne gibi dokunabilmek; bu amaçla yaşamış bunca yıl. Yoksa inan bu yükle insan öldürür kendini.
– Karakterle empati kurduğunuzda onun yaptığı şeyi yapar mısınız?
Büyük konuşmayı sevmiyorum ama o yaşları geçtiğim için rahatlıkla söyleyebilirim; hayır.
– Psikolojik olarak kendinizi role nasıl hazırladınız?
Kişileştirme sürecine başlamadan anlamak zorundayım karakteri. Yoksa bir arpa boyu yol gidemem. İç dünyamda yarattığım ikilik biraz yorucu oluyor; ‘Alev’i Birce’ye dahil etmek ama haricinde yaşatmak hali. Bu arada elmalarla armutları da birbirine karıştırmıyoruz tabii. ‘Alev’, dış dünyayı hiç bilmiyor. Onun 18 yıldır hayatı hiç tecrübe etmemiş oluşu benim için okyanus gibi mesela. Bu sayede onunla birlikte çabucak yabancılaşabiliyorum dünyaya ve ‘Alev’in kara kutusuna erişiyorum. Her defasında yeni bir şey çıkıyor kutudan; bazen şok oluyorum, dehşete kapılıyorum, bazen de onu sarıp sarmalamak, uyutmak, şifalandırmak istiyorum çünkü içindeki meydan muharebesi epey kanlı geçmiş, daha da sürecek.
– Ağlama sahneleri bol bir dizi. Kolay ağlayabilen biri misiniz?
Ben kolayca ağlayabilen bir insanım. Kötü hiçbir hissi içimde tutmayı sevmiyorum çünkü ağlamazsa hasta olur insan. Duygusal bir kadın olduğum için kışın yolda sokak köpeği görsem de ağlayabilirim. Kimse ağlamasın tabii ama seyircinin gözyaşı rezervlerini zorlayabiliriz biraz.
– Brecht’in ‘Kafkas Tebeşir Dairesi’ adlı bir oyunu var. O oyun da ‘Çocuğu doğuran mı, yoksa büyüten mi annesi?’ sorusuna yanıt arar. Buradan hareketle dizi ve oyun arasında nasıl bir benzerlik ya da farklar söz konusu?
‘Kafkas Tebeşir Dairesi’ bir ibret oyunudur. II. Dünya Savaşı sonlarında yazılmış, dönemi itibariyle de mülkiyet-emek ilişkisini sorgular. Konservatuvarda epey üzerine düştüğümüz bir oyundu. Oyunda çocuk, onu büyüten kadına kalır. Bizim hikayemizde ‘Alev’in kızını bırakışı tam olarak bir cinnet anı. ‘Alev’ ölüme terk ediyor bebeğini çünkü, korkmuş ve çaresiz, küçük bir kız çocuğu o zaman. Dolayısıyla hikayeyi oyun üzerinden yorumlamak yanlış olur.
– Set ortamı nasıl?
Çok huzurlu, herkes elinden gelenin en iyisini yapıyor. Yönetmenimiz Feride Kaytan istiridye gibi bir insan; içinde inci gibi sırlar, sürprizler saklıyor. Sahneden önce gelip onları heyecanlı heyecanlı, elleriyle kollarıyla, kocaman kocaman bana anlatışını görsen…
– Daha önce anne olmayı çok istediğinizi söylemiştiniz. Kararınızda bir değişiklik oldu mu?
Hâlâ çok istiyorum. Bunun insanların yaşama sürelerindeki evrimlerinden biri olduğunu düşünüyorum. O muazzam his, insanı ben olmak, bencil olmak halinden başka bir farkındalığa taşıyor gibi geliyor bana. Ama bence herkes anne-baba olamaz, olamıyor zaten. Etrafta bir sürü ziyan olmuş çocuk var, içimiz parçalanıyor. Maalesef bizim gibi ataerkil toplumlarda bu gibi durumlara daha sık rastlanılır oldu. Bir gün anne olursam şayet, eşitlikten yana olacağım.
– Sosyal medyada saçlarınız çok konuşuluyor. Rol için mi kestirdiniz?
Geçen Mayıs’ta kestirdim. Gerçekten altı aydır konuşuluyor, inanılır gibi değil. Rol için değil, yakıştırdığım için kestirdim.
– Geçtiğimiz günlerde bir sosyal sorumluluk projesi kapsamında sahneye çıkıp Sezen Aksu şarkısı söylediniz. Sezen
şarkılarının sizin hayatınızda nasıl bir önemi var?
Beni bu proje için aradıklarında teklifi seve seve kabul ettim. Minik Serçe’nin en sevdiğim şarkılarından biri olan ‘Yol Arkadaşım’ı söyledim. Benim için çok özel ve unutulmaz bir gece oldu. Söylerken çok duygulandım. Zaten bu şarkı, hep burnumun direğini sızlatır. Sezen şarkıları kolum bacağım gibidir benim. Yıllardır ne yaşamışsam hep onun şarkılarında buldum kendimi. Şifalı gelir sesi bana. Çok küçük yaşlarda onun gibi saçlarımı kestirmişliğim bile var.
– Nasıl bir çocukluk geçirdiniz? Annenizi çok ağlattınız mı?
Aslında anneme sormak lazım bunu ama sanmıyorum, ben ona karşı çok incelikliyimdir. Ben çok keyifli bir çocukluk yaşadım. İstanbul’da güvenle sokakta büyüyen son şanslı nesilden olduğumu düşünüyorum. Çocukluğumda rüya gibiydi bu şehir; semtleri, sokakları… Bisiklet tepesinde, top peşinde, dizler dirsekler düşmekten aşınmış bir hayatımız vardı.
– Yaptığınız en büyük hata ne?
Gerçekten hatırlamıyorum ama insanlara çok çabuk güvenen bir yapım var, çünkü güven ve sevgi gözlüğüyle bakıyorum hayata ve insanlara. Kuşku ve şüpheye hayatımda yer yok. Bu duyguları hissetmek beni rahatsız ediyor. Ama bazen belki de hatadır diye düşünüyorum çünkü bunun sonucunda kendimi çok yaralanmış ya da üzülmüş bulabiliyorum. Spesifik bir hata inan hatırlamıyorum. Her şey benim için bir ders, bir öğreti.