Geçtiğimiz günlerde KAFA dergisine İstanbul’dan Köyceğiz’e taşınma hikayesine anlatan Yılmaz Erdoğan’a Ayşe Özyılmazel’den yorum geldi. Özyılmazel, Yılmaz Erdoğan’ın İstanbul’dan Köyceğiz’e taşınmasını değerlendirdi. İşte detaylar… Yılmaz Erdoğan, geçtiğimiz günlerde KAFA dergisine İstanbul’dan Köyceğiz’e taşınma hikayesine anlatmıştı. Ayşe Özyılmazel de Yılmaz Erdoğan’ın Köyceğiz’e gidişini “Yılmaz Erdoğan olmak” başlıklı bir yazı ile değerlendirdi. “Yılmaz Erdoğan, Kafa dergisinin Eylül sayısı için bir yazı yazmış. İstanbul’u bırakıp Köyceğiz’e yerleşme hikayesini anlatıyor. Sanırım bundan iki yıl önceydi, Yılmaz’ı ofisinde ziyarete gitmiştim. “Gel, sana ne göstereceğim…” dedi. Yazısında da anlattığı o 20 metrekarelik bahçeye çıkarttı beni. Bir sürü otu görünce şaşkın şaşkın baktım yüzüne. Ne yalan söyleyeyim, içimden ‘Hah! Yılmaz da kafayı yaktı; maydanoz-biberciler kervanına katıldı’ diye geçirdim. Eh insan cesaret edemediği şeyleri görünce ya dalga geçiyor ya da burun kıvırıyor. “Şifa bunlar şifa Ayşe, uyan!” dedi. Sonra topladığı otlardan çay yapmak için mutfağa geçti. Çayları alıp çalışma odasına gittik, masasının üstünde onlarca Kitap… Otları, bitkileri, doğanın şifalarını anlatan kitaplar… Her şeyi bir kenara bırakıp bunları çalışıyordu Yılmaz… Tek tek okuyor, notlar alıyor, bahçesinde yetişen otların isimlerini, faydalarını buluyordu. Zaten son yıllarda çok değişmişti Yılmaz; bambaşka biri olmuştu. Bu başkalığı nasıl anlatsam bilemiyorum. Varlığı çokken hiç gibiydi, görmeyi bilene müjde gibiyken, kenara çekilip bekleyen gibiydi. Sabırdı, sükunetti, kavgasızdı, telaşsızdı, gözleyendi… Biz aynı Sabahlara uyanıp aynı meselesiz meselelerin peşinden koştururken, o almış yürümüş ve birçok şeyden vazgeçmişti. Kafa’daki ‘Bir toprak evde ve bir bahçede doğmuştum ama ben de işin sonunda şehir telaşında kaybolmuştum’ dediği yazısında, bir cümle beni yerle yeksan etti: ‘Ne yaşıyorum bu şehirde? Aslında sadece yapıyorum, yaşamıyorum.’ İşte tam da kurcalamaya korktuğum buydu: Ne yaşıyorum bu şehirde? En son ne zaman İstanbul’u sevdim ben, ne zaman sokaklarını arşınladım, ne zaman gördüklerimin coşkusuyla umutlandım? Ne zaman? ‘Korkma, düş yollara kardeşim’ diyor Yılmaz. ‘Düş kendi yoluna, doğaya, çiçeğe, toprağa, bak neler olacak?’ diyor. Yılmaz’ın bu yazısını ‘Oooh adamın tuzu kuru tabii, gider köye yerleşir’ tonunda yorumlayanlar, kibirlerine yenik düşüyor. Bunun tuzu kurulukla ilgisi yok; cesaretle ve vazgeçebilmekle ilgisi var. Bizim olduğumuz, bizi var ettiğini sandığımız işimiz, koltuğumuz, banka hesabımız, evimiz, arabamızdan kopamayışımızla ilgisi var. Tam tersine, asıl Yılmaz Erdoğan’ın yerinde olsa çekip gidemez insan. Beni ezip geçen, üzen, yoran, her gün yataktan zorla kalkmama neden olan hayatımın yönetmeniyim. Hayatımda ne varsa yüzde 100 benim eserim, değil mi? Şimdi çekip gidemiyorsam, şimdi yeniden başlamaktan öcü gibi korkuyorsam, şimdi bilinenin garanticiliğini, bilinmezin gizemine tercih ediyorsam; hepsi benim seçimim. Karnımdaki ağrı, gözümdeki yaş, olduramadıklarımın yarattığı kalp kırıklığı, keşfedemeğim topraklarım; hepsi benim korkakça seçimlerim. Yılmaz Erdoğan olmak ya da olmamak… İşte bütün düşündüğüm bu.”